Şirketler Topluluğu Hukuku
Muhakeme sürecinin en önemli unsurlarının başında hiç şüphesiz ispat ve delil gelmektedir. Çünkü bir başkası ile uyuşmazlığı bulunan kişi buna ilişkin bir iddia veya savunmada bulunduğunda, haklılığını ortaya koyabilmesi için iddia veya savunmasını ispat etmeli, bunun için de dayandığı vakıalara ilişkin delil göstermelidir. Davayı kazanabilmesi için bu da yeterli olmayacak ve ispat kuvveti yüksek olan delillerle mahkemeyi ikna etmeyi başarması gerekecektir. Bu nedenle denilebilir ki ispat ve delil kurumları, hukuk yargılamasının en önemli ve vazgeçilmez kurumlarıdır. Bir ispat aracı olan delilin taraflarca mahkemeye sunulması, hukuk sisteminin türüne göre belirli kurallara tabi tutulmuştur. Kanunların taraflar açısından mahkemeye hangi delilleri sunabileceğine ilişkin yaptığı düzenlemelere göre delil sistemleri oluşmuştur. Delil sistemi sınıflandırılması bakımından hukukumuzda geçerli olan sistem serbest delil sistemidir. Buna göre; Kanun’un belirli delillerle ispatını zorunlu tutmadığı koşullarda taraflar dayandıkları vakıaları her türlü delil ile ispat edebileceklerdir. Bir dava esnasında ispat yükü kendisinde olan tarafın mahkemeyi ikna edebilmek için başvuracağı ispat araçları olan deliller hakimin değerlendirmesine göre yapılan ayrımda ise kesin deliller ve takdiri deliller olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Bu iki kısım delil arasındaki kategorik fark ise mahkemeyi bağlayıcı olup olmamasına göre ortaya çıkmaktadır. Nitekim kesin deliller mahkemeyi bağlayıcı niteliğe sahipken, takdiri delillerin nazara alınıp alınmaması mahkemenin takdirine bırakılmıştır. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda kesin deliller senet, yemin, kesin hüküm ve ikrar olarak tahdidi olarak sayılmış, takdiri deliller ise başta Kanun’da belirtilen tanık, isticvap, bilirkişi, keşif, uzman görüşü başta olmak üzere Kanun’da sayılmayan her türlü delil olarak belirtilmiştir. Çalışma konumuzun kapsamını ve sınırlarını belirleyebilmek için öncelikle konumuzla sıkı sıkıya bağlantısı bulunan kavramlara kısaca değinilmiş ve yemin delilinin hukuk sistemimizde teşkil ettiği yer belirlendikten sonra kurum esas ve usul bakımından detaylı olarak incelenmiştir. Bu kapsamda olmak üzere, çalışmamızın birinci bölümünde ispat, ispat yükü, delil ve delilin gösterilmesi kavramları kısaca anlatılmış, Kanun’da ne şekilde belirtildiği ve doktrinde nasıl ele aldığına ilişkin açıklamalar yapılmaya çalışılmıştır. İkinci bölümde, hukuk sistematiği içerisinde yer alan delil sistemleri belirtildikten sonra hukukumuzda kabul edilen delil sistemi belirtilmiş ve bu sistem içerisinde yer alan delil çeşitleri açıklanmıştır. Bu sınıflandırma yapıldıktan sonra “yemin” delilinin de içerisinde yer aldığı kesin delillere ilişkin belli başlı açıklamalar yapılmıştır. Yeri geldikçe doktrinde bu konu açısından yer alan tartışmalara referans verilerek konunun farklı açılardan nasıl ele alındığına ilişkin perspektif gösterilmeye çalışılmıştır. Üçüncü ve son bölümde ise çalışmamızın esasını teşkil eden yemin deliline ilişkin detaylı açıklamalar yapılmaya çalışılmıştır. Bu bölümde konuya ilişkin teorik bilgilerin yanı sıra, Kanun’un gerekçesi de nazara alınarak pratik örneklere yer verilmiş ve mümkün olduğu kadar Yargıtay içtihadı paylaşılarak konunun daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunulmaya çalışılmıştır. I. GENEL KAVRAMLAR A. İspat Kavramı İspat kavramı sözlükte “delil göstererek bir şeyin gerçek yönünü ortaya çıkarma, kanıtlama” olarak tanımlanmaktadır . Kavramın hukuk literatüründeki karşılığı ise; “bir muhakeme sürecinde taraflarca iddia edilen veya hâkim tarafından re’sen gözetilecek olan somut vakıaların doğruluğu ve gerçekliği hususunda hâkimde kanaat uyandırmak üzere yapılan inandırma faaliyeti” olarak tanımlanmıştır . Dolayısıyla ispatı, bir yargılama süreci boyunca taraflarca gerçekleştirilen ve hâkimi iknayı amaçlayan faaliyet olarak tanımlayabilmek mümkündür. 1. İspatın Konusu ve Amacı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) dahilinde ispat konusu “ispat ve deliller” başlıklı dördüncü kısımda yer almaktadır. Kurumun hukuk yargılamasının en önemli unsurlarından birini oluşturması nedeniyle, Kanun sistematiğinde en uzun kısım beraberindeki delil konusu ile birlikte bu konu için ayrılmıştır. HMK sistematiğinde “İspatın konusu”, dördüncü kısım altındaki birinci bölümde “Genel Hükümler” başlığı altında m. 187’de düzenlenmiştir. Bu madde gereğince; ispatın konusunu, tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (m.187). Görüldüğü üzere ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşmaya varamadıkları çekişmeli vakıalar oluşturmaktadır. Bir yargılama sürecinde, taraflardan her biri öncelikle iddia veya savunmalarının konusunu oluşturan vakıaları belirtip, daha sonra dayandıkları bu vakıaları ispat amacıyla delil sunmaları gerekmektedir. Önemle belirtmek gerekir ki, ispatın konusunu oluşturan vakıaların çekişmeli durumda olması gerekir. Zira HMK m. 187’2’de, herkesçe bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıaların çekişmeli sayılmayacağı belirtilmiştir. Herkesçe bilinen vakıalar, üzerinde toplumun çoğunluğunun bilgisinin olduğu kabul edilen vakıalardır. Örneğin, bir coğrafi bölgede bulunan yaylanın toplumun çoğunluğu tarafından bilinen bir yer olduğu kabul ediliyorsa bu artık herkesçe bilinen vakıa halini almış olmaktadır . İkrar edilmiş vakıalar ise muhakeme esnasında taraflarca varlığı hususunda ihtilaf edilmeyen vakıalardır. 2. İspat Yükü İspat yükü, HMK m. 190’da düzenlenmiş olup, maddenin ilk fıkrası gereğince “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir”. Bu düzenleme 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 6’da açıklanan ispat yükü hükümleri ile uyum halindedir. Nitekim “ispat yükü” başlığı altında düzenlenen TBK m. 6’da taraflardan her birinin hakkını dayandırdığı vakıayı ispatla yükümlü olduğu belirtilmektedir . İspat yükü kendisine düşen taraf açısından bu bir yükümlülük değil, bir yüktür. Bu bakımdan, bir yargılama esnasında taraf kendisince ispatı gereken bir vakıayı ispat edemezse, o hususun mutlaka ispat edilmesi kendisinden istenemez. Bu şekilde ona bir yükümlülük tanınamaz. Aksine, ispat yükü kendisine düşen taraf, o vakıayı ispat edememiş sayılır ve bunun sonucu olarak mahkeme onun aleyhinde hüküm kuracaktır . İspat yükü kendisine düşen tarafın, ilgili yargılama sürecinde hakkını dayandırdığı vakıayı ispat edebilmesi bir başka deyişle hakimi ikna edebilmesi için bazı araçlara ihtiyacı olacaktır. Bu araçlar hiç şüphesiz delillerdir. Bu nedenle delilin tanımı, kapsamı ve çeşitlerine kısaca değindikten sonra çalışmamızın esasını oluşturan “yemin” kurumunu anlatmak yerinde olacaktır. B. Delil Kavramı Kelime anlamı itibariyle delil kavramı, “gerçeğe ulaştıran emare, iz” anlamlarına gelmektedir . Medeni usul hukuku açısından ise delil, bir yargılama sürecinde ispat faaliyetinin öncesinde gerçekleşen vakıaların ispatına elverişli araçtır . Davanın açılması ile birlikte taraflar, dayandıkları vakıalara göre iddia veya savunmalarını ileri sürerler. İleri sürülen bu iddia ve savunmaların ispat araçları delillerdir. Bu meyanda Kanun, tarafların dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri gerektiğini belirtmiş ve bu hususu zorunlu tutmuştur (HMK m.194/2). II. HMK’DA DELİL SİSTEMİ VE KESİN DELİLLER A. Delil Sistemleri Hukuk sistemlerinde ispat aracı olarak kullanılan delillerin sınıflandırılması bakımından genel itibariyle iki sistem kullanılmaktadır. Bunlardan birisi katı delil sistemi, diğeri ise serbest delil sistemidir . Katı delil sistemini uygulayan hukuk sistemlerinde kanunda sınırlı sayıda sayma suretiyle belirlenen delillerden başka delil kullanılamamaktadır. Serbest delil sisteminde ise gerekli şartların varlığı durumunda her türlü delil ispat aracı olarak kullanılabilmektedir. Katı delil sistemine örnek olarak Alman hukuk sistemi verilebilir. Bu hukuk sisteminde kanunda sayılan delillerden başka delil kullanılması kabul edilmemektedir . Serbest delil sisteminin geçerli olduğu hukuk sistemine ise Türk hukuk sistemi örnek verilebilir. Gerçekten de HMK m. 192’de düzenlenen kural uyarınca kanun bir hususun belirli bir delille ispatını zorunlu tutmuyorsa, Kanun’da düzenlenmemiş olsa dahi her türlü delile de başvurabilmek mümkündür Bu genel sınıflandırmanın yanı sıra hakimin delilleri değerlendirmesi bakımından ikili bir sınıflandırma daha yapılmaktadır. Bu sınıflandırmaya göre deliller; takdiri deliller ve kesin (kanuni) deliller olmak üzere iki çeşittir . Bu iki tür delil arasındaki kategorik fark, kesin delillerin hakim tarafından bağlayıcı olması nedeniyle ispat kuvvetinin daha yüksek olması, takdiri delillerin ise bağlayıcı özelliği bulunmadığından dolayı nisbeten daha düşük ispat kuvvetine sahip olmasıdır. Diğer bir deyişle hakim, taraflardan birinin sunmuş olduğu ya da re’sen nazara alması gereken bir kesin delil varsa bununla bağlı olacaktır . Yüksek Mahkeme de kesin delillerin bağlayıcı olduğu ve hakimin kesin durumun varlığı halinde bunu sorgulayamayacağı görüşündedir. Buna ilişkin verilen bir Hukuk Genel Kurulu kararında bu husus şu şekilde izah edilmiştir; “Kesin delil ise, yanları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hakimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır” ( Yargıtay HGK 14.11.2012 Tarih, 2012/583 Esas, 2012/789 Karar) B. HMK’nın Benimsediği Sistem Medeni Usul Hukukunda kesin deliller sınırlı olarak belirtilmiş olup bunlar; ikrar (HMK m. 188), senet (HMK m. 193), yemin ( HMK m.228) ve kesin hükümdür (HMK m. 303). Diğer yandan hakimi bağlayıcılığı bulunmayan, bu nedenle ispat kabiliyeti kesin delillere nazaran daha düşük olan takdiri deliller de bulunmaktadır. Bunlar ise; tanık (HMK m.240 vd.), bilirkişi (HMK m. 266 vd.), keşif (HMK m.288 vd.), uzman görüşü (HMK m. 293) olarak sayılmaktadır. Kesin deliller Kanun’da sınırlı olarak sayılmışken, takdiri delillerin sınırlı olmadığı ve HMK m.192 gereğince Kanun’un belirli delilerle ispatını zorunlu tutmadığı durumlarda Kanunda düzenlenmemiş diğer delillere de başvurulabileceği belirtilmektedir . 1. İkrar İkrar kelime anlamı itibariyle “bir şeyi saklamadan, açıkça söyleme”, “bildirme”, “onama, kabul etme ve tasdik” kavramlarını karşılamaktadır . Medeni Usul Hukuku bağlamında ikrar ise; bir tarafın bir vakıa hakkında o vakıanın doğru olduğunu mahkeme önünde kabul etmesidir . Diğer bir ifade ile taraflardan birinin, aleyhine sonuç doğuracak bir vakıanın doğruluğunu mahkeme önünde kabul etmesi “ikrar” kavramı ile ifade edilmektedir. İkrar kurumu HMK m. 188’de düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre; “tarafların veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıalar, çekişmeli olmaktan çıkar ve ispatı gerekmez.” Burada görüldüğü üzere ikrar sadece taraflar bakımından değil, tarafların vekilleri bakımından da söz konusu olabilmektedir. İkrar, kendisini oluşturan beyanın içeriğine göre basit ikrar, nitelikli ikrar ve bileşik ikrar olmak üzere 3 farklı görünümde karşımıza çıkmaktadır. Bunlara ilişkin tanımlar kanunda yapılmamakla birlikte doktrin ve yargıtay kararlarıyla şekillenmiştir. Buna göre basit ikrar, taraflardan birinin karşı tarafça ileri sürülen ve kendi aleyhine sonuç doğuracak bir vakıayı kayıtsız ve şartsız kabul etmesi şeklinde ifade edilmiştir . Nitelikli ikrar, taraflardan birinin ileri sürdüğü maddi vakıanın karşı tarafça doğru olduğunun kabul edilmesi ve fakat bu vakıanın hukuki vasfının iddia edilenden farklı olduğunun belirtilmesidir . Taraflardan birinin ileri sürdüğü vakıanın karşı tarafça tamamen kabul edilmesiyle beraber, bu vakıadan çıkarılmak istenen hukukî sonucun doğmasını engelleyen ya da onu hükümsüz kılan bir başka vakıanın öne sürülmesi ile ortaya çıkan ikrar ise bileşik ikrar olarak ifade edilmektedir . HMK m. 188/1 gereğince ikrarın delil niteliğini haiz olması ile birlikte, mahkeme huzurunda yapılan ikrar ve mahkeme dışında yapılan ikrar arasında bir ayrıma gidilmiştir. Doktrin ve Yüksek Mahkeme tarafından benimsenen görüşe göre mahkeme huzurunda yapılan ikrar kesin delil kabul edilirken, mahkeme dışında yapılmış olan ikrar takdiri delil olarak nitelendirilmektedir . 2. Senet Senet kavramı, Kanun tarafından doğrudan tanımlanmamakla birlikte bir üst kavram olan belge kavramı üzerinden dolaylı olarak tarif edilmiştir. Bu minvalde öncelikle belge kavramını tanımlamak gerekmektedir. HMK m. 199’daki tanımına göre belge; uyuşmazlık konusu vakıaların ispatına yarayan yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları olarak ifade edilmiştir. Kanun’un genel gerekçesinde de belirtildiği üzere belge kavramı, senet kavramını da içerisine alacak şekilde bir üst kavram olarak kabul edilmiştir . Genel anlamı itibariyle senet, iradenin dış aleme bir yazılı belge olarak yansımasıdır. Hukuki anlamda senet kavramı ise, bir kişi tarafından kendi aleyhine olacak bir vakıanın, ilerideki delilini oluşturmak için yazıp imzaladığı ve karşı tarafa verdiği belge olarak tanımlanmıştır . Medeni usul hukukunda senet kesin deliller arasında sayılmaktadır. Bu nedenle yargılama esnasında senet deliline dayanılması durumunda bazı özel durumlar ihdas edilmiştir. Senetle ispat zorunluluğu ve senede karşı senetle (kesin delille) ispat kurumları bunlardandır. Senetle ispat zorunluluğu HMK m. 200’de düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, belirli bir parasal sınırın üzerinde olması durumunda bu işlemler ancak senetle ispat edilebilecektir. Ancak senetle ispat zorunluluğunun bulunduğu hallerde delil başlangıcı var ise iddia edilen vakıa hakkında tanık dinlenebilecektir. Bu durum senetle ispat kuralının istisnası niteliğindedir. Esasen senetle ispat zorunluluğunun, kesin delillerle ispat zorunluluğu olarak anlaşılması gerekmektedir. Zira senetle ispat edilmesi mümkün olan bir vakıa, Kanun’daki diğer kesin deliller ile de ispat edilebilecektir. Örneğin, senetle ispat edilmesi gereken bir vakıa, yemin veya kesin hüküm delilleriyle de ispat edilebilecektir. HMK m. 201’de ise senede karşı senetle ispat kuralı, bir diğer tabirle senede karşı tanıkla ispat yasağı düzenlenmiştir. Bu madde ile “senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.” kuralı getirilmiştir. 3. Kesin Hüküm Kesin hüküm, taraflar arasında ortaya çıkan bir uyuşmazlığın mahkemeler vasıtası ile kesin bir şekilde çözüme kavuşturulmasını ifade etmektedir. Böylelikle konusu ve tarafları aynı olan davalar bakımından mahkemeler arasında farklı kararlar çıkması engellenerek, hukuki istikrar ile hukuk uygulamasında birliğin sağlanması hedeflenmektedir. Mahkemece verilen hükmün kesinleşmesi iki şekilde gerçekleşmektedir. Birincisi, mahkeme tarafından verilmiş nihai karara karşı kanun yoluna başvurma imkanının olmamasıdır. Bu tür bir engel Kanun uyarınca getirilmiştir. Kesin hükmün gerçekleşebilmesinin diğer yolu ise verilen nihai karara karşı tarafların kanun yoluna başvurma süresini kaçırmaları ya da başvurmaları durumunda ilgili mercilerce bu başvururun kesin olarak hükme bağlamalarıdır. Kesin hüküm kurumu HMK m. 303’te düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrası gereğince; “Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.” Bu düzenlemede kesin hükmün çeşitleri ve unsurları belirtilmiştir. Buna göre, kesin hükmün şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm olmak üzere iki türü bulunmaktadır. Şekli anlamda kesin hüküm, az yukarıda bahsettiğimiz üzere, mahkeme tarafından verilen nihai hükme karşı ya Kanun tarafından getirilen bir sınırlama ile kanun yoluna başvurma imkanının bulunmaması yahut tarafların başvuru süresini kaçırmak suretiyle başvurmamış olması veya kanun yoluna başvurmaları sonucu ilgili merci tarafından kesin bir hükmün verilmiş olmasıdır. Kesin hükmün maddi anlamı ise verilen hükmün mahkeme tarafından değiştirilememesi, olağan kanun yollarına başvurulamaması, tekrardan bir davaya konu edilememesi ve kendisinden sonra açılan dava bakımından bağlayıcı olmasıdır . HMK m. 303/1 düzenlemesinde ayrıca maddi anlamda kesin hükmün unsurları da belirtilmektedir. Buna göre, bir hükmün maddi anlamda kesin hüküm teşkil edebilmesi için her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davanın talep sonucunun aynı olması gerekmektedir. Ancak bu unsurları haiz bir kesin hüküm, sonraki açılan davada kesin delil olarak kabul edilebilecektir. 4. Yemin Yemin, davanın taraflarından birinin, davanın çözüme kavuşmasına yarayacak vakıaların gerçeğe uygun olup olmadıkları konusundaki sözlü beyanıdır. Bu beyana kesin delil vasfı yüklendiği için Kanun’un öngördüğü usullerde ve kutsal sayılan değerlerle teyit edilmek kaydıyla özel bir usule tabi tutulmuştur. Yemin kurumu HMK 225 vd. maddelerde düzenlenmiş olup, çalışmamızın konusunu oluşturması bakımından aşağıda detaylı olarak incelenmiştir. II. YEMİN DELİLİ (HMK m. 225-239) A. Genel Olarak HMK sisteminde kesin delillerden kabul edilen yemin kurumu esas itibariyle ispat yükü kendisinde olan ve iddia veya savunmasını ispatta yetersiz kalan tarafın, karşı tarafın kutsal saydığı değerleri şahit tutmak yolu ile başvurduğu bir ispat aracıdır. Bu husus yemin metnini düzenleyen HMK m. 236’nın gerekçesinde şu sözlerle ifade edilmiştir: “Yemin teklif eden, iddiasını ispatta aciz kalınca, karşısındakinin iç dinamiklerini kullanma yolunu seçer. Şu hâlde yemini ifade eden sözler, o dinamikleri son kertesine kadar harekete geçirecek nitelikte olmalıdır. O bakımdan iki tarafın da inançları yemin konusunda önem taşır ve her kişi için değişir. Yemin teklif olunan, inandığı kutsal şeyleri şahit gösterdiğine göre; yemin, yemin edenin inançlarına uygun olarak yerine getirilmeli ve yemin teklif eden de onun bu etki altında doğruyu söyleyeceği inancına ulaşmalıdır. ” Görüldüğü üzere yemin delili, iddia veya savunmasını diğer ispat araçları ile ispat edemeyen tarafın son olarak karşı tarafın iç dinamiklerini harekete geçirmeye çalışarak kutsal saydığı değerler üzerine yemin etmesini teklif etmesidir. Bundan dolayıdır ki yemin delili, vakıaların ispatı için en son başvurulacak çaredir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu dahilinde tarafların yanı sıra tanıklar ve bilirkişilerin de yemin etmelerine dair hükümler bulunmaktadır. Ancak bu hususlar ayrı birer incelemenin konusu olmakla birlikte, bu çalışmada delil sistematiği içerisinde “kesin deliller” arasında yer alan taraf yemini konusu incelenmiştir. B. Yeminin Konusu Medeni Muhakeme Hukuku’na göre uyuşmazlığın çözümünde kesin delillerden kabul edilen yeminin konusu HMK m. 225’te düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre yeminin konusu, tıpkı diğer ispat araçlarında olduğu gibi, davanın çözüme kavuşması açısından önem taşıyan, çekişmeli nitelikte olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır. Örneğin; kişinin ücret ödeyip ödemediği, bir malın teslimini gerçekleştirip gerçekleştirmediği gibi hususlar hakkında yemin teklif edilebilir. Bu bağlamda, davanın çözümü bakımından önem taşımayan, çekişmesiz olan ve kişinin kendisinden kaynaklanmayan vakıalar yeminin konusunu oluşturamayacaktır. Maddenin devamında, kişinin kendisinden kaynaklanan vakıadan ne kastedildiği açıklığa kavuşturulmuştur. Buna göre; bir kimsenin bir hususu biliyor olması onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılacağı belirtilmiştir (m. 225). HMK m. 225’te yeminin konusu belirlendikten sonra bir sonraki madde olan m.226’da yemine konu olamayacak vakıalar düzenlenmiştir. Bu düzenleme gereğince, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği vakıalar (m. 226/1-a), bir işlemin geçerliliği için, kanunen iki tarafın irade açıklamalarının yeterli görülmediği hâller (m. 226/1-b), yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ceza soruşturması ya da kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak vakıalar (m. 226/1-c) yemine konu edilemeyecektir . C. Yemin Teklifi Yemin teklifini ispat yükü üzerinde olan taraf diğer tarafa yönelterek yapacaktır. İspat yükü üzerinde olan tarafın, yargılamanın hangi safhasında yemin teklif edeceğini bilmiyor olması normal karşılanabilecek bir durumdur. Bu durumda hakimin, ispat yükü üzerinde olan tarafa yemin teklifini hatırlatması gerekip gerekmediği üzerinde görüş ayrılıkları olmuştur. Yakın tarihli bir içtihadı birleştirme kararında Yargıtay, tarafın açıkça yemin deliline dayandığını belirtmiş olması durumunda hakimin bu teklifi hatırlatması gerektiği, dayanılan yemin delilinin açıkça belirtilmeyip, “sair yasal deliller, sair deliller” gibi üstü kapalı ifadelerle belirtilmesi durumunda ise yemin deliline dayanılmış olmadığını ve hakimin ispat yükü kendisine düşen tarafa yemin teklif etmesini hatırlatamayacağına karar vermiştir . Tarafın teklif ettiği yeminin haricinde Kanun’da mahkeme tarafından teklif edilecek özel bir yemin türü daha düzenlenmiştir. Buna göre taraflarca ileri sürülen bir hususun ispatı için zorunlu ve gerekli olduğuna mahkemece kanaat getirilen bir belge, bu belgeyi elinde bulunduran taraftan istemesine rağmen aynı taraf bu hususu inkar ediyorsa kendisine böyle bir belgenin elinde bulunmadığına, özenle aradığı hâlde bulamadığına ve nerede olduğunu da bilmediğine ilişkin yemin teklif edileceği belirtilmiştir (m. 220/2). Maddenin bir sonraki fıkrasında, bu şekilde kendisinden belge ibrazı istenen tarafın belgeyi ibrazdan ve teklif edilen yemini eda etmekten kaçınması halinde mahkemenin duruma göre diğer tarafın beyanını kabul edebileceği belirtilmektedir (m. 220/3). Kendisine yemin teklif edilen taraf eğer duruşmada hazır bulunuyor ise yemin etmesi istenilen vakıa kendisine açıklanır ve yemini eda edip etmeyeceği kendisinden sorulur. Yemin teklif edilen taraf bu durumda yemini eda etmek durumundadır. Bununla birlikte eğer mazereti varsa mahkemeden süre de isteyebilecektir . Ç. Yemine Davet Kendisine yemin teklif edilen taraf, duruşmada bizzat hazır değilse, HMK m. 228/1 gereğince kendisine yemin için bir davetiye çıkarılır. Çıkarılacak olan yemin davetiyesine, yemine konu hususlar hakkında sorulacak sorular ile geçerli bir mazereti olmaksızın yemin için belirlenen gün ve saatte mahkemeye bizzat gelmediği veya gelip de yemini iade etmediği yahut yemini eda etmekten kaçındığı takdirde, yemin konusu vakıaları ikrar etmiş sayılacağı yazılır (m. 228/2). Yemin davetiyesinin usulüne uygun olabilmesi için bu sayılan içeriğe sahip olması ve tebligat usullerine riayet edilerek yemin edecek olan taraf tebliğ edilmelidir . HMK n.228 uyarınca kendisine usulüne uygun yemin davetiyesi tebliğ olunan şahıs, yemine konu edilen vakıalar hakkında ispat” bakımından olumsuz bir sonuçla karşılaşmak istemiyorsa, yemin davetiyesinde belirlenen gün ve saatte mahkemede hazır bulunmalı ve yemini eda veya iade etmelidir. Yeminin iadesi, kendisine yemin teklif olunan tarafın yemini karşı tarafın etmesi gerektiğine yönelik beyanda bulunmasıdır. Ancak yeminin konusunu teşkil eden vakıa yalnızca kendisine yemin teklif edilen tarafın şahsından kaynaklanan bir vakıa ise, örneğin bu şahsın yazdığı bir mektuptaki açıklama hakkında ise, bu durumda yemin iade edilemeyecektir (m. 230/1). Kendisine yemin iade olunan kimse, yani ilk olarak yemini teklif etmiş olmasına rağmen diğer tarafın “yemini ben değil karşı taraf etsin” diyerek kendisine yemini iade edilen taraf yemin etmekten kaçınırsa yemin konusu vakıa ispat edilememiş sayılır (m. 229/2). Yemin eda edecek kişinin mahkemeye gelemeyecek kadar hasta veya engelli olması durumunda hâkim, bu kişiye bulunduğu yerde yemin ettir. Yemin esnasında isterlerse taraf vekilleri ve karşı taraf da hazır bulunabilecektir (m.235). Kendisine yemin teklif olunan taraf mahkemenin yargı çevresi dışında oturuyor olsa bile yemin için davaya bakan mahkemeye gelmek zorundadır. Ancak, bu kişi, mahkemenin bulunduğu il dışında oturuyor ve yeminin bulunduğu yerde aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi (SEGBİS vb.) yolu ile gerçekleştirilmesi mümkün değil ise istinabe yolu ile yemin ettirilir (m. 236). Dolayısıyla eğer yemin edecek kişinin bulunduğu yerde aynı anda görüntü ve ses nakli imkanı varsa, yeminin mutlaka hüküm mahkemesi ile kurulacak görüntü ve ses nakli yolu ile yapılması öngörülmüştür . Yemin sadece tarafa teklif olunabilir ve yeminin edası ya da iadesi sadece tarafça gerçekleştirilebilir (m. 232/1). Yemin teklif olunan tarafın bir tüzel kişi yahut ergin olmayan veya kısıtlı bir kimse olması durumunda onlar adına yapılmış bir işleme ilişkin vakıanın ispatı için yemin, tüzel kişiyi temsile yetkili kişi veya organ yahut kanuni mümessil tarafından eda ya da iade edilebilecektir (m. 232/2). Aynı durum, kendisine yemini iade olunan tarafın yemini iade etmesi bakımından da geçerlidir . Yemin edecek taraf eğer bir gerçek kişi ise ve kendisine teklif edilen yemini eda etmeden önce ölür veya fiil ehliyetini kaybederse yemin teklif edilmemiş sayılarak bu duruma göre bir karar verilmesi gerekecektir (m.231/1) . D. Yeminin Şekli Yemin merasiminin nasıl gerçekleştirileceği HMK m. 233’te detaylı bir şekilde açıklanmıştır. Buna göre, ilk olarak yemin ancak mahkeme huzurunda yapılacaktır (m.233/1). Madde gerekçesinde, 1086 sayılı HUMK’taki “alenen” ifadesinin maddeye alınmamasının gerekçesi olarak gizli oturumların söz konusu olabileceği belirtilmiştir . Bu durumda yemin merasimi de alenen yapılan oturumlarda alenen, gizli yapılan oturumlarda ise gizli gerçekleştirilecektir. Hâkim, usulüne uygun bir davetiye ile yemin eda etmesi için davet olunan kişiye (tarafa) yeminin gerçekleşmesinden önce bir açıklama yapar. Bu açıklamada hangi konuda yemin edeceği, yeminin anlam ve önemi ile yalan yere yemin etmesi hâlinde cezalandırılacağı hususları yemin edecek olan kişiye bildirilir (m.233/2). Bu açıklama, yemin davetiyesi ile bildirilen yemin konusu hakkındaki tereddütleri gidermeye yöneliktir . Hâkimin yemin edecek kişiye bu açıklamayı yapmaması yemin merasimini usulsüz hale getirecektir . Yemini eda edecek olan taraf, yemin konusunun yeterli açıklıkta olmadığını ileri sürerse; hâkimin, karşı tarafın da görüşünü aldıktan sonra bu konuda derhal bir karar vermelidir (m.233/3). Hâkim, yemin edecek olan kimseye "Size sorulan sorular hakkında, gerçeğe uygun cevap vereceğinize ve hiçbir şey saklamayacağınıza namusunuz, şerefiniz ve kutsal saydığınız bütün inanç ve değerler üzerine yemin eder misiniz?" diye sorar. O kimse de "Bana sorulan sorular hakkında gerçeğe uygun cevap vereceğime ve hiçbir şey saklamayacağıma namusum, şerefim ve kutsal saydığım bütün inanç ve değerlerim üzerine yemin ediyorum." demekle yemin eda edilmiş sayılır (m.233/4). Yeminin manevi etkisini artırmak amacıyla Ceza Muhakemesi Kanunu’na paralel bir şekilde; Yemin eda edilirken, hâkim de dâhil olmak üzere hazır bulunan herkesin ayağa kalkması belirtilmiştir (m.233/5). Yemin eda edecek kişinin sağır ve dilsiz olması durumunda edeceği yeminin şekli okuma yazma bilip bilmediğine göre değişmektedir. Eğer bu kişiler okuma yazma biliyorsa yemin metnini bir kağıda yazıp imzalamak suretiyle (m.234/1), okuma yazma bilmiyorlarsa işaretlerinden anlayan bir bilirkişi yardımıyla yemin edecekleri öngörülmüştür (m.234/2). Yeminin eda edilmesi esnasında hâkim, eksik bir husus görürse bunu tamamlamak veya açık olmayan noktaları açıklığa kavuşturmak amacıyla yeminin konusu ile bağlantılı gördüğü soruları yemin eden tarafa sorabilir (m. 237). Bunun sonucu olarak hakim, yeminin konusu ile bağlantılı olmayan hususlarda tarafa soru soramayacağı vurgulanmıştır. Yemin merasimi, hâkimin, yemin eden tarafın beyanını dinleyip tutanağa geçirdikten sonra yazılanları yüksek sesle huzurunda okuyup, yemin eden tarafa beyanında ısrar edip etmediğini sorması ve verilen cevabı tutanağa kaydetmesiyle sona ermektedir. Yemin teklif edilen tarafça yerine getirilen yemin, gerçeğe uygun olmasa da mahkemece dikkate alınacak ve kesin delil olması nedeniyle mahkeme buna yönelik hüküm kuracaktır. Yemin eda edildikten sonra yalan yere yemin edildiği gerekçesiyle ceza mahkemesinde bir dava açılmış olsa bile hukuk mahkemesinde bu husus bekletici mesele yapılamayacaktır (m. 239). SONUÇ Yemin delili, medeni usul hukuku sistematiği içerisinde kesin deliller arasında yer almaktadır. Bunun anlamı, taraflardan birinin (genellikle ispat yükü üzerinde düşen tarafın) iddiasını veya savunmasını dayandırdığı vakıaların ispatı için yemin deliline başvurması durumunda, sonucu itibariyle be delilin hakimi ve/veya mahkemeyi bağlayıcı niteliği haiz olmasıdır. Bu sebeple yemin delili yargılama sürecinde kullanılan ispat araçlarının en önemlilerinden birisidir. Bir taraf usul işlemi olan ve ayrı bir şekli bir prosedüre sahip olan yemin, HMK m. 225-239 arasında düzenlenmiştir. Burada öncelikle yeminin konusu olabilecek ve olamayacak vakıaların neler olduğu belirtildikten sonra yeminin usuli prensipleri anlatılmıştır. Yemin teklifinin ve sonrasında yemin edecek kimseye yapılacak yemin davetinin hangi usuli kurallara tabi olduğu ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Daha sonra yemin teklif edilen tarafın yeminden kaçınması veya yemini teklif eden tarafa iade etmesinin sonuçları bahsedilmiş ve yemin metnini de içeren yeminin şekli prosedürü m. 233’te belirtilmiştir. HMK m. 220’de mahkemece re’sen teklif edilen bir yemin türünden daha bahsedilmektedir. Bu da kendisinden belge ibrazı istenen tarafın, bundan kaçınması sonucunda kendisine mahkemece yemin teklif edilmesidir. HMK m. 220/3’te yer alan düzenleme incelendiğinde buradaki yeminin sonucu bakımından hakimi bağlayıcı özelliği bulunmadığı anlaşılmaktadır. Yemin delili ile birlikte diğer delillere dayanmış olan taraf dahi karşı tarafa yemin teklif edebilmektedir. Ancak bunu diğer deliller mahkemece toplanıp değerlendirildikten sonra yapabilecektir. Bu nedenle yemin en son başvurulacak çare olarak görülmektedir. Kesin delil olarak kabul edilen ve mahkemeyi bağlayıcılığı bulunan yemin delilini dikkatli kullanmak gerekmektedir. Zira ispat yükü üzerine düşen taraf karşı tarafa yemin teklifinde bulunur da yemini karşı tarafça kendisine iade edilirse bu durumda aynı hususa ilişkin kendisi yemin etmek zorunda kalacaktır. Yeminin iadesi halinde bundan kaçınırsa, iddia veya savunmasını dayandırdığı vakıaları ispat edememiş sayılacak ve dava aleyhinde sonuçlanabilecektir. Bu nedenle oldukça şekli bir prosedüre sahip olan ve başvurulduğunda her iki taraf açısından da ciddi sonuçlara yol açabilecek olan yemin delilini bir ispat aracı olarak dikkatli kullanmak gerekmektedir. KAYNAKÇA YILMAZ/Ejder Hukuk Sözlüğü, Ankara, 2002. KURU/Baki Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. baskı, 2.cilt, İstanbul, 2001. PEKCANITEZ/Hakan; ATALAY/Oğuz; ÖZEKES/Muhammet; Medeni Usul Hukuku, YILDIRIM/Kamil Medeni Usul Hukukunda Delillerin Değerlendirilmesi, İstanbul, 1990. KİRAZ, Taylan Özgür Medeni Yargılama Hukukunda İkrar, 2. Baskı, Ankara 2013. ALANGOYA, Yavuz/YILDIRIM, Kamil/ DEREN YILDIRIM, Nevhis Medeni Usul Hukuku Esasları, İstanbul, 2004. KURU/Baki, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Genişletilmiş 3. Baskı, Ankara, 1982. ÇEVRİMİÇİ KAYNAKLAR https://sozluk.gov.tr/ (E.T: 09.04.2020) https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/yil01/ss393.pdf (E.T: 10.04.2020) https://legalbank.net/belge/hmk-ve-iikda-yer-alan-parasal-sinirlar-2020-yili/3009245/ (E.T: 14.04.2020)